Süngercilik

Bodrum Süngerciliğinin Tarihçesi

Bir dönem Bodrum’da denizciliğin en önemli kollarından ve Bodrum yarımadasının en önemli geçim yollarından biri olmuş süngerciliğin geçmişi, Ege yöresinde en azından bundan üç bin yıl öncesine gitmektedir. Eldeki verilere göre, süngerden ilk kez bahseden, antikçağ Ege’sinin ünlü ozanı Homeros’tur. Yine antikçağ Ege’sinin ünlü düşünür ve bilim adamı Yunanlı Aristoteles’in de sünger üzerine kapsamlı çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Onun süngerlerle ilgili tartışmalarında özellikle en iyi süngerlerin derin sulardan geldiğini söylemesi, böyle bir bilgiye ancak o derinliklere dalarak ulaşılacağı için, o dönemde sünger avcılığının var olduğunun kanıtı olarak kabul edilmektedir. Süngerin bu dönemde çeşitli alanlarda kullanılıyor olması da, birilerinin sünger için daldığını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla, sünger avcılığının geçmişinin antikçağa ve hatta tunç çağına kadar gittiği söylenebilir.

Sünger avcılığı iki aşamadan oluşur: Süngerin yerinin saptanması ve süngerin çıkartılması. Çıkartılması, insan nefesine yardımcı aletlerin ilk kez ortaya çıktığı on dokuzuncu yüzyılın ortasına kadar, ya yüzeyden çeşitli kanca ve zıpkınlar yoluyla ya da kendi nefesiyle dalan çıplak dalgıçlarla yapılmıştır. Yerinin saptanmasıysa tamamen insan gözüne dayanarak gerçekleştirilmiştir. Zaman içinde bu işi kolaylaştırmak için bir ucu camla kaplı boruların kullanıldığı özel tekneler geliştirilmiştir. On dokuzuncu yüzyılın ortasında yüzeyden aşağıya hava veren aletlerin, pompaların, geliştirilmesiyle, süngerin hem yerinin saptanması hem de çıkartılması büyük ölçüde deniz dibindeki dalgıcın işi olmuştur denebilir, her ne kadar yine de bir yüzey taraması her zaman yapılmışsa da.

Günümüz ülkelerinin modern sınırlarını bir an için göz ardı ederek daha geniş bağlamda Ege süngerciliği üzerine konuşacak olursak, dönemimize ilişkin en eski veri Fransız gezgin ve entelektüeli Thevenot’un 1686 tarihli kitabından gelmektedir. Thevenot, gezilerini anlattığı bu kitabında Samos adasıyla ilgili olarak bu ada halkının süngerciliğe verdikleri öneme değinir. 1800 yılları başından itibarense, çeşitli dış kaynaklı yayınlar ve Osmanlı arşivleri aracılığıyla, büyük kısmı Oniki Adalar olmak üzere güney Ege adalarında önemli düzeyde bir sünger avcılığının olduğunu görüyoruz. O sırada Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içindeki bu adalar arasında Kalimnos ve Simi, sünger ticaretinin en gelişmiş olduğu yerlerdir. Sünger avcıları genelde bu adalarda yaşayan Rumlar/Yunanlılardır. Av sahalarıysa Osmanlı İmparatorluğunun sünger çıkan her yeridir. En başta Ege Denizi gelmektedir. Ama bu adalardan çıkan sünger avcıları Libya, Mısır, Suriye, Kıbrıs gibi uzak noktalara da gitmiştir. 1861 tarihli The Technologist adlı kaynakta Osmanlı Arşipeli’nde (Ege Denizi) Sünger Avcılığı üzerine hazırlanmış bir makalede, Osmanlı sularında 1858 yılında sünger avcılığı yapan, 254’ü Kalimnos ve 190’ı Simi’den olmak üzere 600 tekne olduğu belirtilmektedir. Osmanlı arşivlerinden yararlanan Haydar Çoruh’un araştırmasına göre, Osmanlı imparatorluğunda süngercilikle sadece güney Ege adalarından girişimciler uğraşmamaktadır; 1866 yılında Suriye kıyılarındaki girişimcilere ait 800’den fazla tekne de vardır süngercilikle uğraşan.

1860’lara kadar geçerli sünger avlama yöntemi, ufak yelkenli ve kürekli teknelerle yapılan çıplak dalgıçlıktır. İngiliz amiral ve bilim adamı T.A.B. Spratt Girit adasının fiziksel özellikleri ve arkeolojisi üzerine yazdığı 1865 tarihli kitabında bu adanın doğusunda tanıklık ettiği sünger avcılığını ve çıplak dalgıçlığı uzun uzun anlatır.  Yazar’a göre, eline bir mermer parçası alan dalgıç kısa bir hazırlıktan sonra suya atlar ve yanında bir tür fileyle dibe dalar. Balıklama atlayan dalgıç taşı başının önünde hızını kesmeyecek şekilde tutar. Taş aynı zamanda dalgıcın verdiği açıya göre bir tür dümen görevi de görür. Denizin dibine inen dalgıç süngeri alma işlemini tamamladıktan sonra yanında ona bağlı olarak gelmiş ipe asılır ve yukarıda bekleyenler bu ip hareket eder etmez tüm güçleriyle dalgıcı yukarı çeker. Sürat önemlidir. Çünkü dalgıcın boğulmaması saniyelere bağlıdır. İşi biten dalgıç bir kenara çekilerek dinlenme sürecine geçer. Tüm bu süre, kaptan Spratt’ın yaptığı ölçümlere göre, 90 ile 120 saniye arasındadır. En iyiler bunu on, on beş saniye zorlayabilmektedir.

1865 yılları sünger avcılığında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten itibaren Yunanlıların sekafandro (sekafander) adını verdikleri yüzeyden hava pompalarıyla forma dalgıçlığı (mancorna) Osmanlı sularına girmiştir. Dalma giysisini 1819’da Augustus Siebe bulmuştur. Siebe’nin yakaya sabitlenmiş metal başlığıyla bele kadar inen giysisi, yüzeyden gelen hava hortumuyla dalgıcın su altında özgürce hareket etmesini sağlıyordu. Siebe 1837 tarihinde bu giysiyi biraz daha geliştirerek tüm bedeni saran kapalı bir giysiye dönüştürmüştür. Bu tarihler aynı zamanda süngere olan talebin de yükselişe geçtiği yıllardır. O güne kadar kullanım alanı çok daha sınırlı olan sünger, on dokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren sanayide de kullanılır olmuştur. Ayrıca sünger ihracatının ağırlıklı olarak yöneldiği İngiltere ve Fransa’ya Amerikan pazarı da eklenmiştir. Sünger ticaretinin altın yılları başlamıştır.

Bu yıllarda sünger avcılığında kullanılan, tarak veya gangava veya kangava olarak adlandırılan bir başka süngercilik yöntemi daha vardır. Gangava, dalmayı gerektirmeyen, tekneden sarkıtılan bir metal boruya tutturulmuş ağın denizin dibinden çekilmesiyle yapılan sünger avcılığıdır. Bu şekilde denizin altındaki süngerler, küçük veya büyük, herhangi bir tercih yapılmadan ağın içine alınır. İlk dönemlerde yelkenle idare edilen gangava tekneleri daha sonra, yirminci yüzyılın ortalarına yaklaşırken, motorlu teknelere dönüşecektir.

Sünger talebinin dünya çapında artışa geçtiği 1860’lardan itibaren iki önemli sorun baş gösterecektir. Birinci sorun, yüzeyden hava destekli sistemin kendisidir. Henüz hiç kimse bu dalma yönteminde dekompresyon veya aksona adı verilen, su altından yukarı çıkarken yapılması zorunlu beklemelerden haberdar değildir. Yüzlerce yıldır tam tersini yapmaya alışmış, süngeri alır almaz elden geldiğince süratli bir şekilde yüzeye çıkmaya şartlanmış dalgıçlar bir anda, hiçbir şekilde izah edemedikleri bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bitter Sea adlı kitabında Faith Warn 1886 ile 1910 arasında yaklaşık on bin dalgıcın hayatını kaybettiğini ve yirmi bin kadarının sakat kaldığını yazmaktadır. Sorun öyle bir düzeye ulaşır ki, sonunda Kalimnoslu kadınlar Osmanlı sultanından bu yeni dalma yöntemini yasaklamasını talep edecektir. Nihayet 1882 yılında yasaklanacaktır ama dört yıl sonra pompalı dalmaya tekrar izin verilecektir.

İkinci sorunsa, Osmanlı kayıtlarına göre, kontrolsüz avcılığın sünger tarlalarına verdiği zarardır. Çıplak dalgıçlıkta sünger tarlalarının tekrar büyüme olanağı varken,  suyun altında yukarıdan gelen havanın yardımıyla serbestçe dolaşan dalgıçlar veya teknelerin çektiği gangavalar bu dengeyi tersine çevirmiştir. Osmanlı devletinin özellikle gangavacıları durdurma girişimleri her şeye rağmen sonuçsuz kalır. Sonunda yasal yollardan engellenemeyen kontrolsüz avcılığı arka arkaya gelen iki dünya savaşı sınırlayacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, sünger merkezlerinden bir tek Kalimnos adası ayakta kalacaktır. Orada da sünger avcılığının kapasitesi Libya’nın Kaddafi rejimiyle birlikte kapanmasıyla ve suni süngerin yayılmasıyla epey küçülecektir. 1986 yılında süngeri vuran hastalıksa sünger avcılığını tamamen sona erdirecektir.

Geç başlamakla beraber, Bodrum ve dolayısıyla da Cumhuriyet dönemi süngerciliği 1860’larda başlamış bu yükselişten payını almıştır. Bodrum yarımadasında Kalimnos’a olan yakınlığından dolayı tek tük çıplak dalgıççılık olmuş olma olasılığı varsa da, mevcut veriler, hem gangavacılığın hem de forma (mancorna) sünger avcılığının Giritli mübadiller Bodrum’a yerleştikten sonra başladığına işaret etmektedir. Girit’ten 1923 mübadelesinden önce de göçler olmuştur ama bu göçlerle gelen Giritlilerden çok azı Bodrum’a yerleşmiş, büyük kısmı Kos (İstanköy) adasında kalmayı tercih etmiştir. Bu yerleşenler en az yirmi, yirmi beş yıl kadar burada yaşama imkânı bulmuş, burada evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Daha sonra mübadele sırasında bir kez daha bulundukları yerleri terk etmek ve bu sefer de Bodrum’a yerleşmek zorunda kalmışlardır. Bu Giritlilerin bir kısmı, özellikle denizci kökenli olanları, burada nakliyecilikle uğraşmış ve muhtemelen süngercilikle tanışmıştır. Gelen Giritlilerin bir kısmı, Girit’te de önemli sünger yatakları olmasından dolayı daha Girit’teyken süngercilikle tanışmış da olabilir. Tam olarak ne zaman ve nerede sünger avcılığıyla tanıştıkları tespit edilememekle beraber, mübadeleyle birlikte Bodrum’a yerleşen Giritlilerin bir süre sonra gangavacılığa, çıplak dalgıçlığa ve en son olarak da forma dalgıçlığına (mancorna dalgıçlığına) başladıkları görülmektedir.

Mevcut tanıklıklara göre, ilk gangavacının mübadeleyle birlikte Kos adasından Bodrum’a gelen Mustafa Denizaslanı olduğu söylenebilir. 1929’larda Süngeraltı adlı teknesiyle yelkenli gangavacılık yapan Mustafa Denizaslanı’nın ardından, iki üç yıl sonra Ali Doksan’nın babası İbrahim Doksan da Akkuş teknesiyle gangavacılığa başlıyor. Onun ardından Ömer Kaptan skafi tipi teknesiyle gangavacı oluyor ve yerli Bodrumluların katılımıyla da gangavacıların sayısı kısa sürede sekiz, on tekneye çıkıyor. Bir anda aynacı sandallarının yanında süngerciliğin önemli bir kolu haline gelen gangavacılık haliyle bazı gelişmeler de yaşıyor. Bunlardan en önemlisi 1945’te Gavur Ali’nin (Karayel) gangavanın çekildiği demir çubuğa demirden tekerlekler takması oluyor. Böylece gangava deniz altında daha kolay yol alıyor. Bunu Kalafat’ın İsmail’in araba tekerleği denemesi izliyor ama lastik tekerlekler gangava demirinin fazla sıçramasına yol açtığından bundan vazgeçiliyor. 50’lere doğru yelkenlerin yerini motorlar alıyor ve motorlu gangavacılık dönemi başlıyor. Bu sırada, yine 50’lere doğru gangavacılık yasaklanıyor ama “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir’in girişimiyle bu yasak kısa sürede kaldırılıyor ve gangavacılık kesin olarak yasaklanacağı 1975 yılına kadar devam ediyor.

Gangavacılığa ek olarak, her yerde olduğu gibi Bodrum’da da bu sırada sünger avcılığının diğer iki tarzı mevcuttur. Bunlardan biri, antikçağlardan beri varlığını sürdürmüş ama bu yıllarda artık son günlerini yaşamakta olan, aynacı sandallarıyla yapılan çıplak dalgıçlıktır. Aynacı sandalına bu adı veren özelliği, başına ucunda cam olan uzun bir borunun yerleştirildiği denize dik bodoslamasıdır. Bodoslamanın hemen ardına yapılmış bölmeye girerek ayakta duran aynacı, buradan denizi tetkik ederek sünger tespit etmeye çalışır. Bu sırada çıplak dalgıç mermeriyle beraber hazır bekler. Sünger tespit edildiğinde, çıplak dalgıç denize atlar ve süngeri çıkartır. Bu aynacı sandalları daha sonra yanlarında depo adını verdikleri, çıkan süngeri ve diğer erzakı koydukları tekneler de götürmeye başlayacaktır.

Diğer tarzsa, 1925-30 arası yıllarda Ali Cengiz’in girişimiyle başlamış olan mancorna (forma/skafender) dalgıçlığıdır. Asıl işi berberlik olan Ali Cengiz kendisine gelen Yunanlı müşterilerinden süngercilik üzerine duyduklarından etkilenerek bir gün Simi adasına gitmeye karar verir. Burada bir Yunanlı kadın sünger tüccarının yanında iş bulan Ali Cengiz yaklaşık altı, yedi ay çalışır. Bu sürede işin inceliklerini öğrenen ve kazandığı parayla mancorna dalgıçlığıyla ilgili aletler alan Ali Cengiz sonunda Bodrum’a döner. İlk dalgıç yetiştirme çalışmalarını Kumbahçe mahallesinin önünde kıyıda yapan Ali Cengiz, ilk önce kayınpederinin Göcek adlı teknesiyle ve daha sonra da Nami’nin Mehmet’e yaptıracağı Atilla tırhandiliyle mancorna süngerciliğine başlar. Bu dönemin pompası tulumba tiplidir. Daha sonra 1940’lara doğru tek kollusu çıkacaktır. Mancorna dalgıçlığı kısa sürede tutunur. Lamlako Mustafa, Kara Abidin, Payzan, Şeytan Ahmet (Denizkıran), Deli Hüseyin, Deli İbrahim gibi birçok namlı dalgıç yetişir. Bir yandan da en başta Ali Cengiz olmak üzere, Halil Bilgiç, İbrahim Levent, Ömer Cizdar gibi çeşitli sünger tüccarları da ortaya çıkar. 1950-55’ler arasında Kemal Aras, Vapora, Deli İbrahim gibi isimlerin de yer aldığı bir sünger kooperatifi de kurulacaktır.

Sünger avcılığında önemli bir dönüm noktası da 1957-58’lerde ufak tekneleriyle İstanbul’dan Bodrum’a gelen Baskın ve Tosun adlarında iki gençle yaşanacaktır. Tüpleriyle gelen bu gençler bir süre sonra tüp sisteminden yararlanarak nargile sistemini geliştirir ve sünger avcılığında balıkadam dönemini başlatırlar. Yukarıdan makineyle dalgıcın ağzındaki regülâtöre hava basmaya dayanan bu yöntemle epey sünger toplayan Baskın ve Tosun, 1963 yılında Gavur Ali adlı tırhandili yaptırarak sünger için Libya’ya kadar giderler.

En parlak dönemini 1945 ile 1965 arasında yaşayan Bodrum süngerciliği bu süre içinde Bodrum’da tırhandil yapımının da artmasına sebep olur. Bu dönemde süngercilikle uğraşan neredeyse 150 tekne vardır Bodrum’da. Ama diğer sünger merkezlerini vuran suni sünger üretimi ve ardından süngerlere bulaşan hastalık Bodrum süngerciliğinin de sonunu getirir. Günümüzde süngerin tekrar kendisine geldiğini gösteren işaretler belirmeye başlamışsa da, sünger avcılığı hâlâ serbest değildir.

Hazırlayan: Ali Kemal Denizaslanı ve Timuçin Binder
Yazan: Timuçin Binder

Scroll to top